İSTANBUL – Hollanda’nın Lahey kentindeki Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Khan, 20 Mayıs Pazartesi günü bir açıklama yaparak, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant ve Hamas liderleri İsmail Haniye, Yahya Sinvar ve Muhammed Deif hakkında tutuklama talebinde bulunduğunu duyurdu.
Gazze’ye saldırıları dolayısıyla İsrail hakkında Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) halihazırda bir ‘soykırım’ davasının sürmesi, İsrail’in UCM’ye taraf ülkelerden biri olmaması, dünyadaki pek çok ülkenin halen devlet olarak tanımadığı Filistin’in ise UCM’ye taraf olması gibi durumlar, Khan’ın bu talebi hakkında birçok soru işaretini de beraberinde getirdi.
Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Timuçin Köprülü, Başsavcı Khan’ın talebinin kabul edilmesi halinde, şüphelilerin derhal yakalanması gerektiğine işaret ederek, “Şüphelilerin gittiği ülke taraf devlet değilse bu durumda yapılacak pek bir şey yok. UCM, bu devlete başvurur, bilgi verir, işbirliği talep edebilir. Yapabileceği sadece bu” değerlendirmesinde bulundu. Köprülü, UCM’nin Sudan’ın eski devlet başkanı Ömer El Beşir hakkında da tutuklama kararı çıkardığını hatırlatarak, “El Beşir hakkında böyle bir yakalama emri varken Türkiye’ye İstanbul Havalimanı’nın açılışına gelip kurdele kesmişti” dedi.
Dr. Öğretim Üyesi Timuçin Köprülü ile UCM Başsavcısı Khan’ın İsrail ve Hamas yetkilileri hakkındaki tutuklama talebini ve bunun olası sonuçlarını konuştuk…
‘FİLİSTİN TOPRAKLARINDAKİ YETKİSİ KONUSUNDA SORUN GÖRÜNMÜYOR’
Öncelikle şunu sormak istiyorum: Türkiye basınına yansıyan haberlere baktığımızda, bazı mecralarda Khan’ın başvurusu hakkında ‘yakalama talebi’ dendiğini, bazı mecralarda ise bu talebin ‘tutuklama talebi’ olarak adlandırıldığını görüyoruz; burada terminolojik açıdan bir kafa karışıklığı varmış gibi görünüyor. Hukuki olarak hangi ifadeyi kullanmak daha doğru? Khan’ın talebi şüpheliler için neyi öngörüyor?
Sorunuzun ilk kısmıyla başlayayım. Açıkçası şaşırdım bu soruya çünkü bizde basın genellikle hukuki kavramların nasıl kullanıldığına çok da dikkat etmez. Mesela savcılığın talebini, ‘tutuklama kararı verildi’ şeklinde haber yapan basın yayın organları oldu. Warrant of arrest kavramıyla ilgili kullanılan iki ifade var: Tutuklama emri ve yakalama emri. Bazen alanda çalışan bizler de birinin yerine diğerini kullanabiliyoruz ama aslında farklı kurumlar. Türk hukukundan bakarsak önce şüpheli yakalanır ki bunu vatandaş da yapabilir kolluk da. Sonra gözaltına alınır ve şartları varsa şüpheli tutuklanır. CMK’ya bakıldığında ayrıca yakalama emrinin nasıl verileceği de düzenlenmiş durumda. Tutuklama ise bizim koruma tedbirleri olarak isimlendirdiğimiz tedbirlerin en ağırı. Yani kişinin özgürlüğünün hakim kararıyla kısıtlanması. Roma Statüsü’ndeki warrant of arrest de aslında bizdeki yakalama emrine benzeyen ama sonuçları bakımından da tutuklamayı andıran bir tedbir. Bu durumda birinin diğerinin yerine kullanılması mümkün olabiliyor.
Diğer sorunuza geçersek: Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’nün 58’inci maddesi savcılığa Ön Soruşturma Dairesi’nden bir yakalama emri talebinde bulunma yetkisi vermiş. Burada bazı şartlar var: Öncelikle ilgili suçların UCM’nin yargı yetkisine giriyor olması gerekiyor. Savcılık son talebinde gerek Hamas gerek İsrailli yetkililerin Statü’nün 7 ve 8’inci maddelerindeki suçları işlediği kanaatinde. Bunun yanında UCM’nin yer bakımından Filistin topraklarında işlenen suçlara dair yargı yetkisi konusunda da şimdilik bir sorun görünmüyor. Yakalama emrinin bir diğer şartı bu tedbire ihtiyaç duyulması. Yani bu karar verilmezse ve icra edilmezse şüpheliler mahkemenin işlemlerini, soruşturmayı engelleyebilecek veya yargı yetkisi kapsamındaki suçları işlemeye devam edecekler. İşte bunların engellenmesi için bu talepte bulunuluyor.
‘TARAF DEVLETİN YAKALAMA EMRİNİ İCRA ETMEME İHTİMALİ DE VAR’
Khan’ın tutuklama talebinin kabul edilmesi durumunda UCM’de nasıl bir süreç işleyecek?
Ön Soruşturma Dairesi bu kararı verdiğinde ise başka bir evreye geçilecek: Şüphelilerin UCM’ye teslimi evresi ki bu kanaatimce en zor olanı. Burada çeşitli ihtimaller var: Şüpheliler Statü’ye taraf bir ülkeye giderlerse ne olur? Taraf olmayan bir devlete giderlerse ne olur?
Taraf bir devlete gittiklerinde şüphelilerin derhal yakalanması gerekiyor. Bu taraf devlet bakımından Statü’den kaynaklanan bir yükümlülük. Sonrasında da bir mahkemenin karşısına çıkarılıyorlar yakalandıkları ülkede. Mahkeme yakalama emri bu kişi hakkında mı düzenlenmiş, haklarına saygı gösterilmiş mi, usulüne uygun mu yakalanmış bunu inceliyor. Şüpheli geçici olarak salınmasını talep edebilir yakalayan ülke yasaları uyarınca. Eğer teslim evresine geçilmişse bunun da bir an önce yapılması gerekiyor. Burada bir ihtimal daha var; o da taraf devletin yakalama emrini icra etmemesi. Bunun örnekleri de var. UCM Sudan’ın eski devlet başkanı El Beşir hakkında da tutuklama kararı çıkarmıştı. El Beşir, Roma Statüsü’nü imzalayan Ürdün ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gitmişti ancak devlet başkanının sorumsuzluğu/dokunulmazlığı nedeniyle tutuklanmamıştı ve bu durum da Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin önüne gelmişti. Böyle bir durumda Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’ne Taraf Devletler Asamblesi’ne UCM başvurur ve talebin yerine getirilmediğini bildirir. Bu durumda Taraf Devletler Asamblesi çeşitli girişimlerde bulunur: Taraf devletlerin toplantıya çağrılması, talebi yerine getirmeyen devletle görüşülmesi gibi. Yoksa UCM’nin gidip şüpheliyi yakalayıp Lahey’e getirecek bir kolluk gücü bulunmuyor.
‘FİLİSTİN İÇİN OLAN ZORUNLULUK İSRAİL BAKIMINDAN YOK’
Şüphelilerin gittiği ülke taraf devlet değilse bu durumda yapılacak pek bir şey yok. UCM, bu devlete başvurur, bilgi verir, işbirliği talep edebilir. Yapabileceği sadece bu. Mesela az evvel bahsettiğim El Beşir hakkında böyle bir yakalama emri varken Türkiye’ye İstanbul Havalimanı’nın açılışına gelip kurdele kesmişti.
Öte yandan, Ön Soruşturma Dairesi savcının talebi üzerine yakalama kararı verirse Filistin Statü’ye taraf olduğu için Hamas yetkililerini UCM’ye teslim etmek zorunda kalacak. Aynı zorunluluk Roma Statüsü’ne taraf olmadığı için İsrail bakımından yok. Bir diğer husus da UCM’nin yargı yetkisinin tamamlayıcı olması. Yani ilgili devlette bu suçla ya da suçlarla ilgili bir yargılama, soruşturma yapılmıyorsa veya göstermelik bir biçimde yapılıyorsa mahkemenin yargı yetkisi doğuyor. Şu ana kadar İsrail’de Netanyahu veya Gallant ile ilgili herhangi bir soruşturma yapılmış değil. Muhtemelen İsrail eğer yakalama kararı çıkarsa bu itirazı yapacak. Bu itiraz ne kadar işe yarar o konuda bir şey söylemek de zor.
‘İDDİALARIN HANGİ OLAYLARA DAYANDIĞI KONUSUNDA DETAY YOK’
Khan’ın başvurusunda bahsi geçen isimlere hangi suçlamalar yöneltiliyor ve bu suçlamalar nasıl temellendiriliyor? Farklı bir mahkeme olmakla birlikte, Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başvurusuyla İsrail hakkında ‘soykırım’ iddiasıyla yürüyen yasal bir süreç ve alınan ihtiyati tedbir kararlarının da olduğunu düşündüğümüzde, siz yöneltilen bu suçlamaları nasıl değerlendirirsiniz? İlerleyen dönemde İsrailli yetkililere karşı ‘soykırım’ suçundan da tutuklama talebinde bulunulması ya da hakkında tutuklama talebinde bulunulan şüphelilere her iki taraftan da yeni isimlerin eklenmesi ne kadar olası?
Öncelikle ortada resmi anlamda bir iddianame olmadığını belirtmek gerekiyor. Nasıl iç hukukumuzda yakalama, gözaltı, tutuklama kararlarının soruşturma aşamasında verilebilmesi için bir iddianameye gerek yoksa burada da böyle. Savcılık ismi geçen şüphelilerin insancıl hukukun, uluslararası ceza hukukunun ağır ihlallerini gerçekleştirdiği kanaatine ulaşmış ki Ön Soruşturma Dairesi’nden böyle bir yakalama talebinde bulunuyor. Şüphelilere yöneltilen suçlamalar şimdilik iki çekirdek uluslararası suçtan. Bunlar insanlığa karşı işlenen suçların ve savaş suçlarının bir kısmı.
Açıklamak gerekirse, Hamas yetkilileri için insanlığa karşı suç olarak imha, öldürme, cinsel saldırı ve diğer cinsel şiddet eylemleri, işkence ve diğer insanlık dışı eylemler. Savaş suçları olarak da öldürme, rehin alma, rehinelere yönelik cinsel saldırı, cinsel şiddet eylemleri, işkence ve zalimane muamele eylemleri talepte yer alıyor. Netanyahu ve Galant için ise bir savaş yöntemi olarak sivillerin aç bırakılması, kasten yaralama, zalimane muamele, kasten öldürme, sivil nüfusa yönelik kasten saldırı ki bunlar Statü’nün 8’inci maddesinde savaş suçları olarak geçiyor. İnsanlığa karşı suç olarak da açlık sonucu ölümler de dahil imha ve / veya öldürme ve zulmetme, yani uluslararası hukuka aykırı bir biçimde kasten ve ciddi bir şekilde mensup olunan grup nedeniyle haklardan mahrum etmeyi savcılık talebinde belirtmiş.
Bu iddiaların hangi olaylara dayandığına dair savcılık açıklamasında bir detay bulunmuyor. Savcılık kamuoyuna tam açıklama yapmadan kısmen talebin içeriğini açıkladı. Bu da savcılığın yöntemlerinden biridir aslında. Talebi kamuoyuna duyurmadan gizli de yapabilir; tamamen açık da yapabilir, önümüzdeki talep gibi kısmi bir açıklıkta da yapabilir.
YAKALAMA TALEBİNDE NEDEN ‘SOYKIRIM’ SUÇU YOK?
Burada şüpheliler ve ilgili suçlara dair şimdilik kaydı düşmekte fayda var. İlerleyen günlerde, aylarda başka kişilerin ve suç tiplerinin eklenmesi de mümkün. Belki dikkat çeken husus; neden soykırım suçu yok yakalama talebinde? Öncelikle savcılığın, sonradan soykırım suçundan yakalama talep etmesinin önünde bir engel yok. UCM Statüsü’nün 58/6’ncı maddesine göre bu talepte savcılıkça değişiklik yapılması ya da başka suçların eklenmesi Ön Soruşturma Dairesi’nin de oluruyla mümkün. Bahsettiğimiz yakalama kararlarının verilebilmesi için Ön Soruşturma Dairesi’nin şüphelilerin bu suçları işlediklerine inanmaları için haklı gerekçelerinin olması, yani ikna olması gerekiyor.
Soykırım suçu özellik arz eden bir suçtur. Fail ya da faillerin gerek Soykırım Sözleşmesi’nde gerek UCM Statüsü’nde sınırlı sayıda belirtilen bir grubu kısmen ya da tamamen imha maksadıyla hareket ettiklerinin ispatlanması gerekir bu suçtan mahkumiyet kararı verilebilmesi için. Eski Yugoslavya topraklarında işlenen yüzlerce suçtan bilindiği üzere sadece Srebrenica’daki öldürmeler soykırım olarak kabul edilmişti. Belki savcılık bu aşamada soykırımı ileri sürüp Ön Soruşturma Dairesi’nin bu konuda yakalama kararı vermeme ihtimalini göze alamamış olabilir veya bunu sonraya da bırakmış olabilir.
‘YAKALAMA KARARININ UAD’DEKİ DAVAYA ETKİSİ SINIRLI OLACAKTIR’
Bunun bir örneği var aslında: El Beşir tutuklama talebi. Bu talepte Ön Soruşturma Dairesi soykırımdan tutuklamayı reddetti ve savcılık bu kararı temyiz etti. Temyiz Dairesi’nin kararı üzerine çıkarılan ikinci tutuklama kararında soykırım suçu yer aldı. Diğer yandan Uluslararası Adalet Divanı’nda Soykırım Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesi uyarınca yürüyen bir dava var. Her ne kadar iki mahkemenin işlevleri farklı da olsa belki de Ön Soruşturma Dairesi’nin soykırım suçundan vereceği ya da vermeyeceği bir yakalama kararının davayı etkileyebileceği de düşünülmüş olabilir. Gerçi Uluslararası Adalet Divanı önündeki davanın seneler süreceği biliniyor; savcılığın bu davanın sonuçlanmasını beklemesi gibi bir ihtimal de zayıf. İsrail basınında gördüğüm bir değerlendirme de ilginç bu noktada. Bu görüş, soykırım suçunun yakalama emri talebine konu olmamasını İsrail Güvenlik Güçleri’ne işlenen suçlarla ilgili kendi hukuk sistemleri bakımından bir şeyler yapması, yani soruşturma açması, yargılama yapması konusunda bir şans tanıma olduğunu söylüyor.
Uluslararası Adalet Divanı’nda Güney Afrika Cumhuriyeti başvurusu üzerine açılan davayla ilgili olarak izlediğim kadarıyla Güney Afrika ekibi iyi bir biçimde davaya hazırlanmış ve tarihsel bağlamla birlikte ihlalleri hukuki olarak niteliyor. İsrail ise daha ziyade savunmasını meşru savunma, terörizm gibi kurumlara dayandırıyor. Diğer yandan, ilk duruşmada fark edilmiştir, sürekli bir Holokost vurgusu da yapılmıştı. UCM’nin vereceği bir yakalama kararının Uluslararası Adalet Divanı’ndaki davaya etkisi şu aşamada sınırlı olacaktır. Savcılık insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçlarından yakalama talep ederken Adalet Divanı’nda soykırım olup olmadığı tartışılıyor. Sanki bir iş bölümü yapılmış gibi göründüğünü biliyorum. Belki de savcılık, taraf devletler üzerinde yargı yetkisi olan bir mahkeme yerine dünyaca kabul edilen Adalet Divanı’nın bu konuda karar vermesinin daha iyi olduğunu düşünmüş olabilir. Bunun doğru olup olmadığını zaman gösterecek. Ancak böyle bir şey düşünmüşlerse UCM’nin kredisine menfi yönde etki yapacağı ortada.
‘UCM’NİN GIYAPTA YARGILAMA YAPMASI MÜMKÜN DEĞİL’
Filistin, İsrail’in aksine UCM’nin taraflarından biri. Filistin’in taraf olmasından bu yana yaşanan süreçte Khan’ın tutuklama talebini nasıl değerlendirirsiniz? UCM’nin şüphelilerin gıyabında yargılama yapma gibi bir yetkisi bulunuyor mu?
2 Ocak 2015 tarihinde Filistin, Roma Statüsü’ne taraf oldu ve Roma Statüsü, Filistin için 1 Nisan 2015 tarihinde yürürlüğe girdi. Mayıs 2018 tarihinde Filistin, Statü’ye taraf devlet olarak savcılığa başvurdu ve Aralık 2019’da savcılık soruşturma açılması için yeterli koşulların gerçekleştiği sonucuna ulaştı. Sonrasında Ön Soruşturma Dairesi’nin de özellikle yargı yetkisi konusunda görüşünü almak istedi. Şubat 2021 tarihinde oy çokluğuyla mahkemenin yargı yetkisinin olduğu kararı da çıktıktan sonra Mart 2021’de de eski savcı Bensouda hazırlık soruşturmasının sonuçlarını açıkladı.
Buna göre İsrail Savunma Kuvvetleri ile Hamas ve diğer Filistinli silahlı güçlerin insancıl hukukun ağır ihlallerinin bir kısmını gerçekleştirdiği gerekçesiyle savaş suçları işledikleri sonucuna ulaşıldı. Şu an yaşanan hukuki süreç aslında bunun devamı niteliğinde. Eski savcı dönemindeki soruşturmada kişi isimlerinden bahsedilmiyordu ve suçların kapsamı bugüne göre daha dardı; sadece savaş suçlarına atıf yapılmıştı. 7 Ekim sonrasında işlenen suçlar da dikkate alındığında artık insanlığa karşı işlenen suçlarla itham edilen, isimleri belli şüpheliler var.
Roma Statüsü’nün 63’üncü maddesine göre yargılanan sanığın mahkemenin karşısında olması gerekiyor. Yani gıyapta yargılama mümkün değil. Bu da verilen ya da verilecek yakalama kararlarının icrasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
(DIŞ HABERLER SERVİSİ)